Geçmiş Şehir/Past City
Geçmiş Şehir Geçmişten gelmiş gibi görünen, bireylerin içinde hem varolduğu hem de dokulaştığı insan seli, “Eski şehir”den geçiyor. Bu “kalabalık” ne yapıyor? Andy Merrifield’ın kaşılaşmaları ifade eden cümleleri akla geliyor: “Katılımcılar, kendilerince oluşturdukları bir kaleydeskop içinde neşe ve kutlama, şiddet ve vahşet, şefkat ve taşkınlıkla anlık etki ve tepkileriyle, bir şekilde kendilerini bulacaktır. Onlar sadece arzuları ve umutları paylaşan bir bütün değil, kendi tarihsel alanını yaratan bir güç olarak bir araya gelecektir.” Kişisel bir sergi, kitlesel bir anlam taşıyabilir mi? Ya da en azından başkaları için de kişisel bir anlam üretebilir mi? Geçmiş şehir, zaman içinde bir masalmış. Başladığın yer, bir varmış bir yok... ________________________________________ What is clear, however, is that any moment of encounter will likely be a kind of process without a subject, spreading like wildfire, a moment in which crowds become speedy ensembles of bodies, created via spontaneous online and offline ordering; participants will simultaneously act and react, in a human kaleidoscope in which joy and celebration, violence and wildness, tenderness and abandon somehow get defined. Participants will come together not only as a singularity sharing passions and affirming hopes, but also as a force that creates its own historical space. (Andy Merrifield, The Politics of the Encounter.) Açıktır ki, her karşılaşma anı, kendiliğinden çevrimiçi ya da çevrimdışı düzenleme ile oluşan kalabalıkların bir araya gelerek tek vücut olduğu anlık, alev gibi parlayan, öznesiz bir süreç olma eğilimindedir. Katılımcılar, kendilerince oluşturdukları bir kaleydeskop içinde neşe ve kutlama, şiddet ve vahşet, şefkat ve taşkınlıkla anlık etki ve tepkileriyle, bir şekilde kendilerini bulacaktır. Onlar sadece arzuları ve umutları paylaşan bir bütün değil, kendi tarihsel alanını yaratan bir güç olarak bir araya gelecektir. (Andy Merrifield, The Politics of the Encounter. Çev: Arda Kıpçak) Geçmiş şehir Zaman içinde bir masalmış. Başladığın yer Bir varmış, bir yok. O mutfakta kırk wattlık çıplak ampul Nasıl yanarsa Öyle gerçek yaparmış perdedeki çiçekleri, Tepsideki evleri, Sevinçten için parlarmış. Her yanınla taşınman aylar yıllar almış, Başka kıtalardan bir göç sürerken Yüzlerce kişi çocuklarıyla: Nisan, Eylül, Aylan Umutlarıyla, yarım kalmış ekmekleri ve oyunlarıyla… Aslında bekliyordun, olmaz dediğin her şeyi. Biliyordun. Camda, çocuk burnun, Dışarıda, her dalını ezberlediğin ağacın gölgesi. Tanık bir: Sokak lambasıydı O ağaç çürürken akşam haberlerinde. Şimdi silinmiş tuvaller, Okunaksız yazılar, Anlaşılmaz günlüklerle dolu mutfak rafın Ve altmış wattlık yeni lambaların, Ne arzu ne de söz ettiğin bir geleceğin şehir ışıkları... Dönme buraya. Hatırla, taşınman aylar sürdü. Yeniden çekmen perdelerini. Tanık iki: yol Tanık üç: deniz Yol iz dolu Deniz üşümemiş sadece gümüş Neyin içindeyse onu söylemiş Çocuklar üşürken suyun içinde Dünya ekşimiş bırak artık boğulmayı her yanıt başka soru üstün gökyüzünün örtüsü bin yerinden delinmiş hiçbir yerden gelen ışığa bak bu sefer olacak başka tanık yok öteki şehir geçmiş zaman içinde kalmış düşler içinde yok olmuş bir kalabalığın ayak sesleri annebabaların tıngır mıngır beşiği döngüsünde bir daha yürümek üzere Derya Ülker