2020 isimsiz, İzole Project, stopmotion
https://www.instagram.com/izoleproject/

Aylin Kuryel ve Begüm Özden Fırat ile konuşma
https://www.youtube.com/watch?v=jy0nKHERC5w
Zeynep Sayın ile konuşma
https://www.youtube.com/watch?v=Ryq6IQtobHg

Pandemi süreciyle büyük oranda gönüllü karantinanın içindeyken ilk şunu düşündüm: sokaklar bomboş ve sessiz. O kalabalık nereye gitti? Büyük kentler için kalabalık, bence bir fenomen değil, bir unsurdur. Bu unsur eksildiği zaman kentin anlamı değişiyor, artık bizim alışık olduğumuz kent olmaktan çıkıyor. Üstelik bizim kültürümüzde ev ile sokak, ev ile öteki evler arası alanlar da yaşam doludur. Avlular, kapı önleri, balkonlar, apartman koridorları, camdan cama, pencereden sokağa açılan aralıklar sosyal alanın bir parçasıdır. Çıkıp salınmayı, alışverişte görülmeyi, gezinip gelmeyi, misafirliği, bir koşu bakkala gitmeyi severiz, ben severim en azından. :) Yine bu süreçte bu kanallar da tıkanmış gibi oldu. Her yer kapalı, herkesin kapısı kapalı. İçerinin "hijyenik" olduğu yanılsaması ile eve sığan hayatlarımızı yaşıyoruz her birimiz.

Bu dönemde alışkanlıklarımızla birlikte içinde bulunduğumuz kalabalıklar da dijitalleşti. İzole Project için stopmotion animasyonu hazırlarken bu yeni kalabalıklar üzerine düşünmeye başladım. Bedenin mekan içindeki varlığı ve konumu siyaseten bir anlam ifade eder. Ranciére'ye göre siyaset, bir mekanın konfigürasyonudur; ortak alandaki yaşamla ilgili karar alan öznelerin ve bu kararlara bağlı olan nesnelerin bulunduğu alanın şekillendirilmesidir. Bedenler üzerinden yürütülen siyasete biyopolitika da diyebiliriz. İşte benim resimlediğim insanlar da açık alanlarda böyle bulunurlar. Kimi önde kimi arkada, kimi yalnız kimi diğerleriyle... Arz-ı endam ederler Butler'ın deyişiyle. Birinin duruşu deriz mesela, hem tavrını hem de durduğu yeri kastetmez miyiz bunu derken? Bedenlerini ortaya koyan bu insanlar hem birbirlerine hem de seyirciye görünürler, hatta belki dokunurlar. Kitlesel bir gövde olarak karşımıza çıkmazlar, dağınık ve düzensizdirler. Estetize olmuş bir kitle düşüncesinden olabildiğince ve özellikle uzaktırlar. Kalabalıkların homojen düşünülmemesi gerekir; ortak paydalı veya değil, sürekli veya geçici bir araya gelmeler söz konusu olabilir. Hatta sanal uzamda bir araya gelmeler, medya ve cep telefonu, bilgisayar gibi aygıtlarla kalabalık mekanların ev içlerine aktarılması bile mümkündür.

İfade olanağımız olan bedenin üzerindeki kısıtlayıcı uygulamalar, başka bir ifade olanağı olan pankartın giderek bir maskeye dönüşmesini düşündürdü bana. Pankart yazabilmek, konuşabilmek; maske ise (her ne kadar korunmak için takılsa da) kimliğini gizlemek, susturulmak, eskisi gibi normal nefes alamamak anlamlarına gelebilir.  Toplumsal bir talebi ortaya koyan büyük bir pankarttan, bireyin ağzını kapatan küçük ama önemli bir maskeye geçişle; yaşamın nasıl olması gerektiği tartışmalarından, salt hayatta kalabilme talebine kadar indirgenmiş bir gerilemeye işaret etmek istedim. Ağzı maske ile kapatılan yüz, kadın ve erkek gözleriyle oluşturduğum anonim bir yüz. Bu anonimlik onun talebinin ne olacağını da merak etmemizi sağlıyor. Dile gelemeyen, kimileri için şiddet kimileri için yoksulluk olabiliyor. Bunlar da evlerin içinde, maskelerin ardında yaşanıyor. Tehlike hep dışarıda değil. Bu tekniği uygularken iki imgenin birbirine dönüşmesini görmek istedim. Arzu ettiğim eşik anına gelene dek, kompozisyonun tüm unsurlarını hareket ettirdim ve durumun adım adım fotoğrafını çektim; çekerken de bu düşünce bu medyuma çok uygun diye düşündüm. Yeni bir teknik denemek çok güzel, insan başka bir biçimde düşünmeyi öğreniyor, başka bir dili öğrenir gibi.
 
Back to Top