Dilimizdeki eski tabirle “Paris’lere gitmek” olarak adlandırılan tam dabudur. Birden çok Paris vardır sanki ve mutlaka başka birilerine aittir. Pekiyinasıl ben’e ait kılınacaktır? İzlenimin gücü bu yüzyılda hala diri midir?
“Görme ve görmenin tarihsel inşası, çoğu imgenin artık gerçek olan ve optikolarak algılanabilen bir dünya içinde yerini alan bir gözlemciye atıftabulunmadıkları türden pratikler ortaya koymaktadır. Dolaşımda olan imgelerartık gözlemciye değil, elektronik, matematiksel verilere atıf yapmaktadırlar.Soyut görsel ve dilsel oğeler küresel çapta buluşur ve tüketilirler. Bu yenisistemde öznellik nasıl bir arayüz haline gelmektedir?” (*)
On dukuzuncu yüzyılda, Empresyonizmin başkenti Paris’ten başlayarak, yenibir görsel temsil ve algı modeli ortaya çıkmış, Rönesans’tan bu yana süren,merkezi perspektife dayalı normatif görme modeli kırılmıştır. O zamandan beri“modern”den sözedilmektedir. Elveda öykünmeci gerçekçilik! Görme bundan böyle farklı bir şekildeörgütlenecektir. Köklerinden kopartılanların dolaşıma girdiği, meşhur deyişlekatı olan herşeyin buharlaştığı bir süreçtir modernleşme.
Gözlemci, önceden belirlenmiş olan olanaklar, kurallar ve gelenekler dizisiiçinde gören, sınırlamalara yerleşmiş bir kişidir. Gözlemci öznenin varolmasıbile neredeyse yeni bir şeydir. Tüm sanatların gösteri sanatı olduğu sadecebazılarının bunda daha sinsi davrandığı savı, serginin kendisiyle kanıtlanmışolur. İzleyicisine bağlı olmayan sanat yoktur. Eser yüksek sesle konuşur.
“Göstergeler korunurken, malikleri netken, statüye gönderme yaparlar. Ancakortak dünyaya gönderme yapıldığında göstergelerin rastlantısallığı başlar. “(*)
Rastlantısal göstergelere Eyfel Kulesi’nden daha tipik bir örnekbulunabilir mi bilmiyorum. Bu tarihi şehrin sembolü oluşundan, binanıntarihçesinden, plansızlığından, Parisliler’in onu aslında sevmeyişlerindenancak inadına şehrin heryerinden görünüşunden hareketle onu bir göstergebaşyapıtı olarak ilan edebiliriz.
Bugün Paris’i resmetmek isteyen sanatçı için çetin bir arayış ilkbasamaktır. Bu noktada en başta sözü geçen gözlemciye ait olmayan verilerdevreye girmekte fotoğraf ve yerleşik imgeler öne çıkmaktadır. Şehrin tarihi veşehrin sanat tarihi arasında kartpostallaşmamış bir imge, “müzelik” olmamış birkare, yaşanmış bir süreç ilham değerindedir.
Bu karmaşık imge ortamında genç sanatçı için asıl olan, efsaneleri yenidenüretmek değil, kendi gözüyle görerek, hem kendinin hem de konusununolanaklarını, tayin edilmemiş sınırlarını keşiftir. Fotoğraf kullanacaksa kendielleriyle, gözleriyle çekecek, malzemesini toplayacak, izlenimci atmosferdetitreyen havayı burnuyla koklayacak, müzelerde geceleyecek, Seine nehrinedüşecek, sokaklarda müziğini arayacak, St. Lazare garında soğuktan buğulanmıştren camlarına resim yapacaktır.
“Genç sanatçı” olmanın verdiği özgürlük duygusu içinde, baştan ve bugününgözüyle resmedilen Paris’i konu alan sergimiz, ustalara gönderme yaparcasına “izlenim” adını taşırken, tedirgin, içekapanık duruştan dışa doğru taşan bir “izlenme”, “izleniyor olma” duygusuyla dabirleşir. Böylece hem izlenen hem de izlenim ve yorum yapan özneler, yeni görmebiçimlerinin karşısına çıkarken birleşen yeni aktörler olurlar.
Bu sergi için özel bir teşekkür, Halilhan Dostal’a... Dostal’ın sanatta 30.yılını kutladığımız “30 yıl 30 renk” projesi sergisinin bir sonucu olarak,Paris’e gitme olanağını elde eden ekibimizin bir diğer büyük şansı, MehmetSubaşı’nın ev sahipliğinde Galeri Soyut’ta bu izlenimleri sergileyebilmektir.
Derya Ülker
* Jonathan Crary, Çev: Elif Daldeniz, Gözlemcinin Teknikleri- On dukuzuncuyüzyılda görme ve modernite üzerine, 2004, Metis Yayınları, İstanbul