Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fındıklı Yerleşkesi Osman Hamdi Bey Salonu
1-11 Haziran 2023

Derya Ülker

Bekir Dindar
Ceren İren
Elvan Ekren
Emin Çelik
Eren Eryol
Dilara Mataracı 
M. Cevahir Akbaş
Melda Yaramış
Merve Denizci
Özge Kul
Selin Yağmur Sönmez 
Seren Konak
Zeynep Abacı

Sergi fotoğrafları için r'a çok teşekkür ederiz. 
Adam masaya  
Aklında olup bitenleri koydu  
Ne yapmak istiyordu hayatta  
İşte onu koydu  

Edip Cansever  


Temas Sergileri her yıl MSGSÜ’nün kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında izleyiciyle buluşmaktadır. Sergi, Güzel Sanatlar Fakültesinde öğrenci olmuş ve birbiriyle temas halinde bulunan sanatçıları okula yeniden çağırmayı, bir bellek ve kuşaklar arasında paylaşım alanı oluşturmayı amaçlar. Temel Eğitim Bölümü öğretim üyelerinden Derya Ülker’in konuk küratörlüğünde 2023 yılında gerçekleştirilen Temas sergisi, bölümün lisans veya lisansüstü programlarında bir araya gelmiş, farklı alanlardan mezun olmuş sanatçıların üretimleri ile disiplinler arası bir nitelik taşır. Masa başında düşünen, çalışan, üreten, ortak bir yaşantıyı anlatmak üzere bir araya gelen bu sanatçıların birçoğu aynı zamanda sanat eğitimcisi olarak görev yapmaktadır.  

Yine bir sergi için “masa başında” toplanmak, üstelik bu serginin konusunun “temas” olması akla Arendt’in şu satırlarını getirir: 
 
“Bu dünyada birarada yaşamak özünde şu anlama gelir; Şeylerden oluşma bir dünya, çevresinde oturmakta olanlar tarafından ortak sahiplenilmekte olan bir masa gibidir, ara-da[1] olan her şey gibi bu dünya da insanları hem birbirlerine bağlar hem de ayırır”[2].
 
Etrafında buluştuğumuz bu masa gibi, kamu alanı herkese açıktır, hatta “en geniş açıklığa sahip” olandır. Burada her şey bulanıklıktan, belirsizlikten, tanımsızlıktan, gizlilikten gün ışığına çıkar. Hisler ve düşünceler kamuya açılırken biçime bürünür, gerçeklik kazanır. Bir anlamda, gerçeklik duygumuz bu açıklama anındaki görünüme, yayın anındaki duyuma bağlıdır. Gizli kalmış olan, ortak alana çıktıkça, hissedilenler ve düşünülenler paylaşıldıkça ilişkiler kurulur. Bu ilişkiler içinde kendimizden, temas ettiklerimizden, duyumsadıklarımızla gördüklerimizin gerçekliğinden emin olduğumuz anlar kadar yabancılık, tereddüt, kuşku ve duraksama anları da vardır. Adım atarken basacak yerimiz var mıdır? Bunu, adım atmadan anlayamayız. İşte bu dünyayı, ilişkilendiklerimizle aramızdaki alanı adım adım kurarız. 

İnsan eliyle yapılmış bu ortak dünya, kimi zaman sanat üretimi ediminin bir metaforu olarak da kullanılan bir nesne olan, çevresinde oturduğumuz ve hep birlikte sahibi olduğumuz bir masa gibidir. Bu masa, paylaşılır dünyayı kurduğu gibi bizi ayırma işlevini de üstlenir. Bizi hem bir araya getirir hem de “birbirimizin üzerine yıkılmamızı önler”[3]. Bu masanın etrafında kendi sandalyemizde, kendi bakış açımızla- perspektifimizle, kendi bedenimizle, yüzümüzle ve önümüzdekilerle otururuz. Masada yeriz, içeriz, dinleriz, anlatırız; masaya neler getirip koyacağımızı biz belirleriz. Ortaya serilenler, duyumlara seslenmek veya tüketilmek için sofradadır. Birlikte yemek içmek, birlikte çalışmak, birlikte üretmek, birlikte düşünmek, konuşmak, geçici topluluklar oluşturmak, sonra bir daha karşılaşmak, yaşantıları zenginleştirir. Masa kalıcı olmasa bile paylaşım yaşam süresince akılda kalacaktır. 

Zamanın aşındırmasından korunabilecek bir mekân, soğuma ve mesafelenmenin olmadığı bir ortam var mıdır? Şeyler sürekli olarak kendi yörüngelerine dönmezler mi? İnsanlar, kendilerinden önce var olmuş ve sonra da var olacak bu ortak dünyada kalıcı şeylere nasıl sahip olabilirler? Geçicilik her yere sinmişken oturduğumuz masalara, kurduğumuz sergilere, tanıdığımız yüzlere, konuşulanlara, duyulanlara, görülenlere, şimdi işgal ettiğimiz konumlara ne olur? Arendt, biz gelmeden orada olan ortak dünyanın, kısa ziyaretimizden sonra da orada olacağını söyler. “Ona sadece birlikte yaşadıklarımızla değil, eskiden yaşamış ve bizden sonra gelecek olanlarla da ortak olarak sahibizdir”[4]. Hatta onu kavramanın yolu, gerçekliğin kendini gösterebileceği yegâne yer, “şeylerin çevrelerinde toplananların bütün bu farklılığı içinde aynılığı gördüklerini bilecek şekilde, kimliklerini değiştirmeden bütün yönleriyle ve birçok kişi tarafından izlenebildiği yerdir”[5].

Ortak olanın sayısız veçhe ile görünümü diyebileceğimiz bir anlatı ile aramızdaki paylaşım alanı kurulur. Hepimiz olanları biliyoruzdur, hepimiz onu başka şekillerde anlatırız. Hepimiz okulun koridorlarında yürümüşüzdür, her birimizin aklındaki imge farklıdır. Bir dönem Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde bulunmuş olmak, ancak “o anda orada” olanlara ait sayısız imgenin toplamı ile ifade edilebilir. Bizim için okul, bizim dönem, o yıllar, nostaljik olmayan bir kesit, bir tanıklıktır. Tekil olmaktan kurtulup çoklu görerek, tıpatıp aynı olmayan ama birbirinden çok uzağa da düşmeyen anlatılarla bu ortak dünyayı sergileyebilir miyiz? Birbirimize nüfuz etmeden temas ederek, müdahale etmeden dokunarak, başkalarıyla olmak, başkalarıyla birlikte ortak olana yakın olmak bilincini taşıyarak bir dünya kurabilir miyiz? 

Bu soruların ışığında ve Arendt’in kamusal alan nosyonu üzerine söylediklerinden hareketle çeşitliliğin, ortak bir düşünme ve üretim alanının ifadesi olan bu sergiyi sunmaktan mutluluk ve heyecan duyuyoruz. 

[1] “in-between”
[2] Hannah Arendt (1994) İnsanlık Durumu, The Human Condition, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları: İstanbul. (s. 77-78)
[3] Age, s 78.
[4] Age, s 81.
[5] Age, s 84.
Back to Top